14 Kasım 2007 Çarşamba

Demir Dikeni, Çoban Çökerten (Tribulus terrestris)



Kullanılan Kısımlar : Meyve

Bölüm (Division) : Magnolophyta
Sınıf (Class) : Magnoliospida
Altsınıf (Subclass) : Rosidae
Tür (Order) : Sapindales
Familya (Family) : Zygophyllaceae
Cins (Genus) : Tribulus

Avustralya kökenli olan bu bitkinin bazı türleri Asya, Afrika ve Amerika’da da yetişmektedir. Meyveleri, kökleri ve kurutulmuş hali değişik amaçlarla kullanılmaktadır. İnsanlık tarihinin en eski ve önemli şifalı bitkilerinden biride tribulus terrestris’tir. Tribulus Antik Yunan ve Hindistan’ da gençleştirici tonik olarak kullanılmıştır. Çin’de ise karaciğer ve böbrek rahatsızlıkları için kullanılmıştır. Geleneksel tedavi yöntemlerinde cinsel isteği arttırmak için kullanıldığı doğu Avrupa’da son 10 yılda tribulusla ilgili araştırmalara ağırlık verilmektedir.

tarafından yapılan çalışmada bitkinin meyvesinden % 80’lik etanol kullanılarak terrestrinins A ve terrestrinins B sterodial saponinleri izole edilmiştir. Li ve arkadaşları (1998) bitkide beta-sitosterol, C vitamini, potasyum ve kalsiyum bulunduğunu bildirirken, Bourke ve arkadaşları (1992) bitkide harmane ve nonharmane olarak iki ana alkaloid tespit etmişlerdir. Steroidal sapaninlerden protodiscin isimli bileşiğin bitkinin libido üstündeki etkileri ve seksüel fonksiyonlar konusundaki etkisi ve seksüel fonksiyonlar konusundaki etkisi ile ilgili başlıca bileşenin olduğu düşünülmektedir. Ganzera ve arkadaşları (2001) tarafından yapılan araştırmada farklı topraklarda yetişen Tribulus terrestris bitkilerinde bu bileşenin oranında önemli farklılıklar olduğu belirlenmiştir.

Steroidal saponinler, Tribulus terrestris bitkisinden sağlanan biyolojik aktivitelerden sorumlu faktörler arasında başta gelmektedir. Aktivite bitkisel materyalin coğrafik orjininden oldukça etkilenen aktif saponinlerin konsantrasyonu ve kompozisyonuna bağlıdır. Dinchev ve arkadaşları (2007) bileşimdeki bu değişikliği doğrulamak amacı ile bir araştırma gerçekleştirmişlerdir. Bu araştırmada Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan, Makedonya, Türkiye, Gürcistan, İran, Vietnam ve Hindistan’dan toplanan tribulus örnekleri LC-ESI/MS/MS ile tespit edilen (1) protodioscin,(2)prototribestin,(3) pseudoprotodioscin,(4) dioscin,(5) tribestin,(6) tribulosin ve (7) rutin flavonoid varlığı ve konsantrasyonları açısından karşılaştırılmışlardır. Sonuçlar, bu bileşiklerin içeriğinde, örneğin toplandığı bölge, incelenen bitki kısmı ve bitki gelişim aşamasına bağlı olarak belirgin farklılıklar göstermiştir. Bulgaristan, Türkiye, Sırbistan, Makedonya, Gürcistan ve İran’dan örnekler protodioscin ve prototribestin içeriğindeki bazı kantitatif farklılıklar dışında benzeri bir kimyasal profil ortaya koymuşlardır. Vietnam ve Hindistan’a ait örneklerin tamamen farklı bir kimyasal profile sahip olduğu görülmüştür.

Tribulus terrestris bitkisinin aşağıda belirtilen fonksiyonel kullanım amaçları ile ilgili olarak bilimsel çalışmalar yürütülmüştür;

- libidoyu artırması ve seksüel fonksiyonları desteklemesi
- diüretik aktivite
- böbrek taşı önleyici
- Menstural akışı arttırıcı
- kolik spazmlarına yönelik kullanım
- antiflammantuar

Tribulus terrestris bitkisinin libido ( özellikle cinsel faaliyetlerle ilgili dürtüsel arzuların enerjisi) artışı ve seksüel fonksiyonların geliştirilmesi konusundaki fonksiyonel özellikleri ile ilgili çeşitli araştırmalar gerçekleştirilmiştir. Ancak tribulusun cinsel davranışı etkileme mekanizması tam olarak bilinmekte, androjenik ( erkek hormonu androjen ile ilgili) statü ve NO salınması esasen bu durumdan sorumlu görünmektedir (Gauthaman ve arkadaşları 2002). Bazı araştırmacılar ( Gauthaman ve arkadaşları 2002, Adimoelja 2000) dehydroepiandrosterone (DHEA) ve testosterone artışının olası olduğunu ileri sürmektedirler. Protodiscin bileşenin bu konu ile ilgili en önemli bileşen olduğu ve DHEA’ya dönüştürüldüğü düşünülmektedir. Ayrıca gerçekleştirilen bazı ex vivo testler protodioscin kaynaklı endotelyumdan nitronerjik sinir uçlarından NO salınmasının artışına bağlı olarak ön-sertleşme (proelektile) etki belitlemiştir (Adaikan ve arkadaşları 2000).

Al Ali ve arkadaşları (2003) diüretik aktivite ile ilgili olarak,tribulusun kobay farelerinde üriner oksalat miktarını düşürdüğü belirlenmiştir. Ayrıca tribulusun, doza bağlı olarak yine kobay hayvanlarla yapılan çalışmalarda deneysel olarak indüklenmiş ürolite (idrar veya idrar yollarında taş bulunması ) karşı koruma sağladığı ortaya konmuştur (Anand ve arkadaşları 1994, Sangeeta ve arkadaşları 1994).

Joshi ve arkadaşları (2005) gerçekleştirdikleri in vitro çalışmada insan idrarı kullanılmış, çalışma sonucunda tribulusun diüretik özelliklerinin üriner taş oluşumunun önlenmesi için en önemli mekanizma olduğu belirtilmiştir.

Li ve arkadaşlarının (2001) 10 mg/kg/gün sulu tribulus ekstraktı kullanılarak gerçekleştirilen çalışmada, kobay hayvanlarda kontrol ile karşılaştırıldığında antihipertensif etkiler göstermiştir. Yine aynı araştırma grubunun sağlıklı kobay farelerini kullanarak gerçekleştirdiği araştırmada tribulusun glukoneojenezisi belirgin şekilde düşürdüğü, glikometabolizmi etkilediği, trigliserid seviyesini düşürdüğü ve toplam kollestrol seviyesini aşağı çekmiştir. Tribulustan izole edilen sapanin bileşikleri ile peristatik hareketlerde belirgin bir düşüşe neden olan doza bağlı antispazmatik aktivite elde edilmiştir (Arcasoy ve arkadaşları 1998). Hong ve arkadaşlarının (2002) çalışmasında ise COX-2 inhibisyon aktivitesi belirlenmiş, antiflammantuar olarak kullanımı önerilmiştir.




Deepak ve arkadaşları (2002), tribulus bileşenlerinden tribulosin be beta-sitosterol-d-glucoside in vitro olarak caenorhabditis elegans’a karşı antihelmentik aktivite göstermiştir. Ayrıca tribulus terrestris’in antifungal aktiviteye sahip olduğu candida albicans’a karşı ortaya konmuştur (Zhang ve arkadaşları 2005).

Tribulus terresrtis afrodizyak olaral kabul edilmektedir. Androjen durumu üzerinde gözlenen farmakolojik etkiler bu özellik için teorik zemini oluşturmaktadır ancak bu konuda yürütülen klinik çalışma sayısı azdır. Gauthaman ve arkadaşları (2002) tarafından çok sayıda hayvanın kullanıldığı klinik çalışmada afrodizyak etki doğrulanmıştır. Bu çalışmada protodioscin içeren tribulus ekstraktı (% 45 kuru ağırlıkta) testosteron ve plasebo kullanılmış, tribulus ve testosteron, plaeseya oranla oldukça yüksek afrodizyak etki göstermişlerdir. Aynı araştırma grubu bu çalışmanın devamı niteliğinde bir araştırma yapmışlardır (Gauthaman ve arkadaşları 2003). Bu çalışmada kobay farelere 8 hafta boyunca 2.5,5.0 ve 10 mg/kg tribulus ekstraktı verilmiştir. Sonuçlar çok düşük miktarda bitki ektraktına rağmen seksüel davranışlarda artış görüldüğünü ortaya koymuştur.

Tribulus,fiziksel performansın geliştirilmesine yönelik ergojenik yardımcı olarak kullanılmaktadır. Androjen statüsünde gözlenen farmakolojik etkileri bu aktivite için teorik temeli oluşturmaktadır.

Oludotun ve arkadaşları (2006), tribulusun metanol ve su ekstraktlarının antihipertensif ve damar genişletici /açıcı etkileri kobay fareler kullanarak incelemişlerdir. Ekstraktlar spontane hipertansif farelerin kan basınçlarını doza bağlı oranlarda düşürmüştür. Tüm dozlarda su ekstrakları metanol ekstraklarına oranla daha güçlü etki göstermişlerdir. Metanol ekstraktı doza bağlı oranlarda mezenterik (bağırsakları karın duvarına bağlayan zar) vasküler (damarla ilgili) yatakta perfüzyonun (sıvı içiletimi ) artışına in vitro olarak neden olmuştur. Metanol ektraktı düşük dozda damar daraltıcı (vazokonstriktür) etki ortaya çıkartırken, yüksek dozlarda doza bağlı olarak belirgin şekilde sıvı içiletim basıncını düşürmüştür. Araştırma sonucunda Tribulus terrestris metanol ve su ektraktlarının belirgin düzeyde anti hipertensif güce sahip olduğu inancına varılmıştır. Anti hipertensif etkiler, muhtemelen nitrik oksit salınması ve membran hiperpolarizasyonunu kapsayan doğrudan bir arteryal (atardamarla ilgili) düz kas gevşemesi sonucu görülmektedir.


Doğal ürünlerin antifungal aktiviteleri geniş olarak çalışılmıştır. Saponinlerin antifungal ve antibakteriyal etkileri bilinmektedir. Zhang ve arkadaşları (2005), Tribulus terrestris’den izole edilen 8 steroid sapanin kullanılarak, antifungal aktiviteyi ve bu aktivitelerin mekanizmasını in vitro olarak Candida albicans, Candida glabrata, Candida parapsilosis, Candida tropicalis ve Cryptococcus neoformans funguslarına karşı mikrobroth dilüsyon yöntemi kullanılarak incelemişlerdir. Tribulusun antifungal aktiviteye sahip olduğunu, bu aktiviteyi de hücre membranına hasar vererek gösterdiğini tespit etmişlerdir.




KAYNAKLAR

Miles CO et al. Photosensitivity in South Africa. VII. Chemical composition of biliary crystals from a sheep with experimentally induced geeldikkop. Onderstepoort J Vet Res 61.3 (1994): 215-22.

Huang JW et al. Terrestrinins A and B, two new steroid saponins from Tribulus terrestris. J Asian Nat Prod Res 5.4 (2003): 285-90.

Li JX et al. Tribulusamide A and B, new hepatoprotective lignanamides from the fruits of Tribulus terrestris: indications of cytoprotective activity in murine hepatocyte culture. Planta Med 64.7 (1998): 628-31.

Bourke CA, Stevens GR, Carrigan MJ. Locomotor effects in sheep of alkaloids identified in Australian Tribulus terrestris. Aust Vet J 69.7 (1992): 163-5.

Ganzera M, Bedir E, Khan IA. Determination of steroidal saponins in Tribulus terrestris by reversed-phase highperformance liquid chromatography and evaporative light scattering detection. J Pharm Sci 90.11 (2001):1752-8.

Gauthaman K et al. Aphrodisiac properties of Tribulus Terrestris extract (Protodioscin) in normal and castrated rats. Life Sci 71.12 (2002): 1385-96.

Adimoelja A. Phytochemicals and the breakthrough of traditional herbs in the management of sexual dysfunctions. Int J Androl 23 (Suppl 2) (2000): 82-4.

Adaikan PG et al. Proerectile pharmacological effects of Tribulus terrestris extract on the rabbit corpus cavernosum. Ann Acad Med Singapore 29.1 (2000): 22-6.

Al Ali M et al. Tribulus terrestris: preliminary study of its diuretic and contractile effects and comparison with Zea mays. J Ethnopharmacol 85.2-3 (2003): 257-60.

Anand R et al. Activity of certain fractions of Tribulus terrestris fruits against experimentally induced urolithiasis in rats. Indian J Exp Biol 32.8 (1994): 548-52.

Sangeeta D et al. Effect of Tribulus terrestris on oxalate metabolism in rats. J Ethnopharmacol 44.2 (1994): 61-6.

Joshi VS et al. Inhibition of the growth of urinary calcium hydrogen phosphate dihydrate crystals with aqueous extracts of Tribulus terrestris and Bergenia ligulata. Urol Res 33.2 (2005): 80-6.

Li M et al. Effect of the decoction of Tribulus terrestris on mice gluconegenesis. Zhong Yao Cai 24.8 (2001): 586-8.

Arcasoy HB et al. Effect of Tribulus terrestris L. saponin mixture on some smooth muscle preparations: a preliminary study. Boll Chim Farm 137.11 (1998): 473-5.

Hong CH et al. Evaluation of natural products on inhibition of inducible cyclooxygenase (COX-2) and nitric oxide synthase (iNOS) in cultured mouse macrophage cells. J Ethnopharmacol 83.1-2 (2002): 153-9.

Deepak M et al. Tribulosin and beta-sitosterol-D-glucoside, the anthelmintic principles of Tribulus terrestris. Phytomedicine 9.8 (2002): 753-6.


Zhang J., Xu, Z., Cao, Y., Chen, S., Yan, L., An, M., Gao, P., Wang, Y., Jia, X., Jiang, X. Antifungal activities and action mechanisms of compounds from Tribulus terrestris L. Journal of Ethnopharmacology 103; 76–84.

Gauthaman K et al. Sexual effects of puncturevine (Tribulus terrestris) extract (protodioscin): an evaluation using a rat model. J Altern Complement Med 9.2 (2003): 257-65.

Oludotun A. P., Koyippalli T. M., Mabayoje A. O. 2006. Antihypertensive and vasodilator effects of methanolic and aqueous extracts of Tribulus terrestris in rats. Journal of Ethnopharmacology 104, 351–355.

Dinchev , D. , Janda, B. , Eustatieva,L. , Oleszek, W. , Aslani, M.R., Kostova, I. 2007. Distiribution of steroidal saponins in Tribulus terrestris from different geographical regions. Phytochemistry, article in pres.

31 Ekim 2007 Çarşamba

Ekinezya (Echinacea spp.)


Kullanılan Kısımlar : Kök

Sınıflandırma

Bölüm (Division) : Magnoliophyta
Sınıf (Class) : Magnoliopsida
Takım (Order) : Asterales
Familya (Family) : Asteracea
Cins (Genus) : Echinacea


Echinacea türleri Asteraceae familyasından Kuzey Amerika'nın endemik bitkileridir.
Echinacea 9 tür içermektedir ;
E. angustifolia
E. atrorubens
E. laevigata
E. pallida
E. paradoxa
E. purpurea
E. simulata
E. sanguinea.
E. tennesseensis
Echinacea türleri Amerika yerlileri tarafından yüzyıllardan beri diş ağrısı, boğaz ağrısı, soğuk algınlığı, kuduz, yılan sokması, yara ve yanıklara karşı kullanılmıştır.
Tıbbi olarak değerlendirilen türler E. angustifolia, E. pallida, E. purpurea türleridir. Ancak kızılderililerin geçmişte diğer türlerden de yararlanmış olmaları muhtemeldir.
Echinacea bitkisini ilaç olarak tedavide ilk kullanan 1870'lerde Nebraska'da alman asıllı Dr. H.C.F. Meyer olmuştur. Bitkinin kullanılışını yerlilerden öğrenen Meyer, E. angustifolia köklerinden hazırladığı tentürü , yani kan temizleyici "blood purifier" ilacını romatizma, migren, ağrı, yılancık, yaralar, hazımsızlık, bitki zehirlenmeleri, zehirli yılan sokması, sifilis, gangren, malarya, difteri, hemoroit gibi bir çok hastalığın tedavisinde kullanmıştır (Mat 2004).

Meyer'in ilacı 1887'de Dr. John King ve Ecz. John Uri Lloyd'un dikkatini çekmiş ve böylece Echinacea üzerindeki ilk bilimsel çalışma King ve Lloyd tarafından yapılmıştır. Bir çok ilaç firması tarafından enfeksiyona karşı Echinacea preparatları çıkartılmış ve bir dönem en gözde ilaçlar olmuş. Önceleri E .angustifolia kökleri kullanılırken, daha sonra E .pallida kökleri de kullanılmaya başlanmış ve 1916'da her iki tür de National Formulary of US'de offisinal olarak yer almıştır. İki türü ayırt etmek çok zordur. Kökleri makroskopik ve mikroskopik olarak aynıdır (Mat, 2004). 1939'da Dr.G.Madaus tarafından Avrupa'da artan ihtiyacı karşılamak için Amerika'dan E. angustifolia tohumları getirtilmiş ve kültüre alınmıştır. Ancak daha sonra bu tohumların E . purpurea'ya ait olduğu anlaşılmış ve böylece E .purpurea türü de tedavi alanına girmiştir.
Türler arasında karışıklık her zaman olmuş ve biri diğeri yerine satılmıştır. 1910'dan sonra Echinacea türleri Parthenium integrifolium ile katıştırılmaya başlanmıştır. Ticarette genellikle kökler katıştırılıyor E.purpurea topraküstü kısımlarını ise katıştırılmıyordu. 1987'de Amerikalı üreticiler American Herbal Products Association himayesinde biraraya gelmişler ve Echinacea yerine Parthenium satmamaya karar vermişlerdir. Bugün Echinacea türlerinin kökleri ve toprak üstü kısımlarının tentürü ve ekstresi veya toz halde kapsül içinde Amerika'da ve Avrupa'da kullanılmaktadır. Echinacea ürünleri Amerika Birleşik Devletlerinde daha çok diyet tamamlayıcı olarak, Kanada'da ise sağlık ürünü olarak satılmaktadır (Mat 2004).
Echinacea türlerinden bugüne kadar aşağıdaki bileşikler izole edilmiştir (Mat, 2004).
E .angustifolia
Herba:
• Kafeik asit türevleri (cichoriic acid, chlorogenic acid, isochlorogenic acid, verbascoside, echinacoside) (echinacoside ilk defa 1950'de E .angustifolia köklerinden elde edilmiştir, en fazla E.angustifolia köklerinde bulunmaktadır)
• Flavonoitler
• Alkilamidler (izobutilamidler) ( Her üç tür de vardır, en az E. angustifolia'da)
• Polisakkaritler
• Uçucu yağ ( %<0,1)>
E. purpurea
Herba:
• Kafeik asit türevleri (cichoriic acid, caftaric acid, chlorogenic acid) (Cichoriic acid en fazla bu bitkide vardır, çiçeklerde % 1,2-3,1)
• Alkilamidler (izobutilamidler)(en fazla bu türde bulunur)
• Polisakkaritler
• Flavonoitler
• Uçucu yağ ( % 0,08-0,32)
Radix:
• Kafeik asit türevleri (cichoriic acid, caftaric acid, chlorogenic acid) (echinacoside % 0,6-2,1)
• Alkilamidler (izobutilamidler)
• Polisakkaritler
• Glikoproteinler
• Uçucu yağ (% 0,2)
• Pirolizidin alkaloitleri (% 0,0065).

Çiçek boyut ve rengi Ekinezya türlerine göre değişmekte fakat tohumları içeren meyvelenen çiçekler gibi pek çok akne içeren turuncu-kahverengi renkli başlar tarafından çevrelenen mor ışınlı çiçeklerin renkleri ile karakterize edilebilirler.

20. yüzyılda Ekinezya çeşitli gıda formlarında farklı amaçlı (yılan ısırması, tifüs, dizanteri ve kanser gibi) olarak kullanılmıştır (Wills ve ark. 2000). Bugün ise Ekinezya immun sistemi teşvik edici (immunostimulator) olarak destek bulmaktadır (Bauer, 1999a, 2000) ve ABD’de en popüler beslenme destek öğelerinden birdir. Ek olarak, yılda 2 milyon civarında reçeteye hekimler tarafından yazılmasının bir gösterge olduğu üzere Almanya’da da yoğun olarak kullanılmaktadır (Barrett ve ark. 1999). Ekinezya beslenme destek öğeleri veya preparatları bitki (tohum veya çiçekleri içeren) ve kök veya rizom kısımlarından elde edilmektedir.

Çoğu uygun Ekinezya preparatları çeşitli besinlere katılmak suretiyle fonksiyonel gıdalar ortaya çıkarılmaktadır. Çaylar, alkolsüz içeçekler, şekerlemeler gibi gıdalar, Ekinezya’nın fitokimyasallarının dağıtım/kullanım ajanları olarak kullanılmaktadır (Wills ve ark. 2000).
Doymamış lifofilik bileşikler, kafeik asit fenolleri ve polisakkaritlerin gözlenen immunostimulator aktiviteden sorumlu oldukları düşünülmektedir. Alkamidler ve ketoalkenler/alkinler doymamış lifofilik bileşik kategorisine giren iki önemli grupturlar. Yaklaşık olarak 20 alkamid ve 7 ketoalken/aklin karakterize edilmişlerdir (Dietz ve Bauer, 2001). Kafeik asitin quinil esterleri, tartarik asit türevleri veya fenilpropanoid glikozitleri olarak 12 kafeik asit fenolleri karakterize edilmiş ve sınıflandırılmıştır (Bauer ve ark. 1988b; Cheminat ve ark. 1988). Ayrıca en az 8 fenolik asit saptanmıştır (Glowniak ve ark. 1996). En az 3 ana kategoridaki polisakkarit kategorize edilmekle birlikte, yaklaşık 5 polisakkarit ve 3 glikoprotein karakterize edilmiştir (Proksch ve Wagner, 1987; Wagner ve ark. 1988; Roesler ve ark. 1991a; Bauer, 1999a; Classen ve ark. 2000). Flavonoidler ve esensiyel yağlar diğer bileşikler bitkinin çeşitli kısımlarında bulunmakta ve Ekinezya’nın biyolojik aktivitesini zenginleştirmektedirler. Lifofilik bileşiklerin bağışıklık arttırıcı özellikleri alkamidlere bağlanmaktadır. Ekinezya’daki toplam alkamid seviyeleri değişkenlik göstermekte ve sınırlı olarak elde edilen bilgiler yapılan çalışmalara göre farklılık taşımaktadır. Ancak çoğu araştırmacılar köklerin toprak üstü kısımlara oranla daha yüksek oranda lkamidleri içerdiği konusunda hemfikirdir (Binns ve ark. 2002b). Stuart ve Wills (2000a) alkamidlerin %70’nin kök kısmında, %20’sinin çiçekte, %10’nun gövdede ve %1’nin yapraklarda bulunduğunu bildirmişlerdir.

ABD ve Avustruralya’da yetiştirilen E. Angustifolia kökündeki ortalama alkamid seviyeleri sırasıyla 1,2 ve 0,59 mg/g’dır.
Yabani olarak toplanan E. Artrorubensvar paradox ve E. Atrorubens var neglecta çeşitlerinin diğer yabani olarak toplanan Ekinezya çeşitlerinden belirgin olarak yüksek ketoalken/aklin seviyesi sözkonusudur (Binns ve ark. 2002b).Ekilen Ekinezya türlerinin, yabani olarak toplanan türlerden düşük ketoalken/alkin içerikleri olup, ayrıca kök dokularının çiçek dokularından yüksek ketoalken/alkin içerdiği tespit edilmiştir. Her bir alkamidin konsantrasyon oranının doku tipinden çok, yetişme alanı ve şartlarına bağlı olduğu görülmektedir. Ekinezya’da 20 çeşit alkamid tespit edilmiş olmakla birlikte, hiçbir Ekinezya türünde tüm bu 20 çeşitin birlikte bulunduğu görülmemiştir (Dietz ve Bauer, 2001).
Türe bağlı olmadan ise, kök kısmının, toprak üstü kısmından daha çeşitli bir alkamid profiline sahip olduğu tespit edilmiştir. Dodeca-2E,4E,8Z,10Z-tetraenoic asit isobutilamid ve dodeca-2E,4E,8Z,10E-tetraenoic asit isobutilamid, Ekinezya’da bulunan en önemli alkamidlerdir. Bunlar tetraenoik alkamidlerdir. Bauer ve Remiger (1989), tetraenoik alkamid içeriğinin E. Purpurea kökünde 0,04-0,39 mg/g ve E. Angustofolia kökünde 0,09-1,51 mg/g olduğunu bildirmişlerdir.

Pery ve ark. (1997) tetraenoik alkamidlerin, kökteki alkamidlerin %27’sini, rizomdakilerin %71’ini ve vejetatif gövdedekilerin %74’ünü oluşturduğunu gözlemlemişlerdir. Bu üç kısım genellikle kök olarak hasat edilmekte olup, bu nedenle E. Purpurea bitki dokusunda kök sisteminin tetraenoik alkamidlerin yaklaşık %84’ünü içerdiğini söylemek mümkündür. Bitkinin toprak üstü kısımlarında ise tetraenoik alkamidlerin %64’ünün çiçekte, %5’inin yapraklarda ve %31’inin üretken gövdede bulunduğu tespit edilmiştir.

Ekinezya fenolik bileşikleri içerisinde ise kafeik asit fenolleri, fenolik asitler, flavonoidler ve antosiyaninlerle karşılaştırıldığında en yüksek içerik oranına sahiptirler. Kafeik asit fenollerinin tartarik asit türevlerinin, en önemlisi siskorik (ciccoric) asit olmak üzere, Ekinezya’nın bağışıklık sistemini geliştirici aktivitesinin nedeni olduğu düşünülmektedir. Klorojenik asit, verbaskosid ve ekinazosid belirgin miktarlarda bulunurlar ancak bağışıklık sistemini geliştirici aktiviteye katkıları yoktur. Ancak bu bileşikler antioksidan aktiviteye sahip olup, bu nedenle Ekinezya’nın biyolojik aktivitesinin gelişmesinde sinerjik rol oynarlar.

E. pallida’da, Kafeik asit fenollerinin kalitatif belirlenmesinde, köklerin yüksek miktarda ekinazoid seviyesine sahip iken, siskorik asitin çiçek ve yapraklarda baskın Kafeik asit fenollerinden olduğu göstermiştir (Cheminat ve ark. 1988). Bu kalitatif değerlendirme Kafeik asit fenollerinin bitki dokusunda dağılımı konusunda makul yaklaşımdır, ancak her bir Kafeik asit fenolünün seviyesi Ekinezya türlerinin değerlendirilmesi ile anlaşılabilir.

Siskorik asit, E. Purpurea köklerinde ve toprak üstü kısımlarında baskın olan Kafeik asit fenolüdür ama yine siskorik asit E. Pallida köklerinde aslında bulunmaz. Bitki dokusunda diğer Kafeik asit fenollerinin varlığı değişiklik gösterir ve türlere bağlıdır.

Besker ve Hsieh (1990), köklerin ve toprak üstü kısımların kurutulmuş bitkide sırasıyla 7,6 ve 13 mg/g siskorik asit içerdiğini bildirmişlerdir. Bauer ve arkadaşları, Almanya’da yetiştirilen Ekinezyalarda toprak üstü kısımlarınında %1,1-3,1, köklerde %0,6-2,1 arasında siskorik asit tespit etmişlerdir. Wills ve Stuart, Avusturalya’da yetiştirilen E. purpurea kökleri ve toprak üstü kısımlarındaki fenollerin sırasıyla %63 ve %67’sini oluşturduğunu bildirmişlerdir. Bauer ve arkadaşları (1988a), E. purpurea’nın E. angustifolia’dan daha yüksek siskorik asit içeriğine sahip olduğunu vurgulamışlardır. Ek olarak, E. purpurea’nın çiçek, kök, kaprak ve gövde kısımlarının mg/g olarak ortalama siskorik asit içerikleri sırasıyla 22, 14, 10 ve 4 şeklidedir.

Binns ve arkadaşları (2002b), ABD’de yetişen yabani Ekinezya’larda çiçeklerin köklerden daha yüksek siskorik asit içeriğine sahip olduğunu bildirmişlerdir. Bu çalışmada en yüksek siskorik ait içeriğine sahip olan kısım çiçekler olarak belirlenmiş, çiçekleri sırasıyla kök, yaprak ve gövde kısımları izlemiştir.

Perry ve arkadaşları (2001), siskorik asit içeriğinin yazın hasat edilenlerde en yüksek, sonbaharda hasat edilenlerde en düşük olduğunu belirtmişlerdir. Bu tespit yapılan başka çalışmalarla da teyit edilmiştir. Yaz döneminde hasat edilen E. purpurea’nın kök ve toprak üstü kısımlarında ortalama siskorik asit seviyesi 2,0 ve 2,3 mg/g iken, bu değerler sonbaharda hasat edilenlerde 1,7 ve 0,34 mg/g seviyelerine düşmüştür(Pery ve ark. 2001). Bu çalışmalar Kafeik asit fenolleri içeriği açısından hasat zamanının önemini göstermektedir.

Fenolik asitler yapısal olarak kafeik asit fenolüne benzerler. E. angustifolia ve E. purpurea türlerinde fenolik asit içerikleri sırasıyla 190 ve 870 μg/g olarak tespit edilmiştir (Glowniak ve ark. 1996). Kafeik asit, kafeik asit fenolünün bir yapısal özelliği olarak bulunabildiği gibi serbest bir asit olarak da bulunabilir. Binns ve arkadaşları (2002b), E. purpurea ve E. pallida var. tennesseensis türlerinin köklerinde kafeik asit seviyesinin sırasıyla 10 ve 70 μg/g olduğunu belirtmişlerdir.

Alkamidler ve kafeik asit fenolünden farklı olarak, Ekinezya’daki glikoproteinlerin ve polisakaritlerin kompozisyonu ve konsantrasyonu hakkındaki bilgiler sınırlıdır. 17, 21 ve 30 kDa molekül ağırlığındaki glikproteinler, aspartat, glisin, glutamin ve alaninin baskın olduğu proteinlerin %3’ünü oluştururlar (Beuscher ve ark. 1987). Şekerlerin yarısı arabinoz (%84-64), galaktoz (%5,3-1,9) ve glukozamin (%6) içerir (Bauer 2000). Classen et al. (2000), 1200 kDa glikoproteinin, yaklaşık %7’lik protein içeriğiyle arabinogalakton-protein olduğunu saptamıştır. En çok rastlanan aminasit serin (%16) olup, onu alanin hidroksiprolin ve asparta izlemektedir. Yine aynı çalışmada arabinogalakton-proteinin, monosakkaritlerin %90’ınını kapsayan gallaktoz ve arabinoz içermekte olduğu ve bunlarında polisakkaritlerin yaklaşık %83’ünü oluşturduğu saptanmıştır.

Ekinezya’da bulunan polisakkaritler fruktanlar, peptik polisakkaritler ve arabinogalaktanları içeren 3 genel kategoriden biri içinde gruplandırılabilir. Proksch ve Wagner (1987), ksiloz, galaktoz ve arabinozun monsakkaritlerin en büyük grubunu oluştururken, glukoz, mannoz ve ramnozun minor bileşenleri oluşturduklarını belirtmiştir.

Ayrıca önemli bir not olarak, prebiyotik özelliğe sahip olduğu yapılan pek çok çalışma ile belirlenmiş olan inulinin, E. Angustifolia kökünün major bileşenlerinden biri olduğuna (%5,9) dikkat çekilmelidir.

Hasat zamanının Ekinezya polisakkaritlerinin bileşimi üzerindeki etkisinin incelenmesi konusunda çalışmalar yapılması da yine bir ihtiyaç olarak görülmektedir.Ekinezya’nın sahip olduğu/içerdiği fitokimyasalların miktarı ve türü çeşitli faktörlere bağlı olarak değişiklik gösterir. Bu faktörler;
- Yetişme sezonu,
- Bitkinin kullanılan kısmı,
- Kullanılan bitkinin türü (örneğin purpurea, angustifolia, pallida vb.)
- Hasat yöntemi,
- Proses yöntemi
olarak özetlenebilir (Bauer, 1997).

Bauer (1996), ısıl işlem gören ve etanolle muamele edilenler arasındaki siskorik asit ve alkamid konsantrasyonları farklılığına dikkat çekmiştir.
Ekinezya preparatları arasındaki fitokimyasalların seviyesi dolayısıyla sözkonusu olan farklılık kolaylıkla görülür. Pek çok araştırmacı Ekinezya ürünlerinde fitokimyasalların standardize edilmesine ihtiyaç duyulduğunu belirtmiştir.
Ancak, ürünün standardizasyonu, fitokimyasalların oldukça karmaşık yapıda olması, her bir fitokimyasalların diğerleri ile olan etkileşimi konusunda yetersiz bilgi ve standardizasyonu yapmak için kullanılması gereken fitokimyasal konusunda tüm araştırmacıların aynı fikirde olmaması nedenleri ile oldukça zordur.
Ancak, biyolojik aktiviteleri nedeni ile siskorik asit ve alkamidlerin Ekinezya’nın standardizasyonu ile ilgili olarak esas alınmaları çeşitli araştırmacılar tarafından önerilmektedir.
Ekinezya, bir bağışıklık sistemi geliştirici bitkisel beslenme destek öğesi olarak değer kazanmakta ve foksiyonel gıda üretimi için farklı form ve türdeki gıdalara katılması araştırılmaktadır (Wilson, 1998).
Ekinezya’nın biyolojik aktivitesi ile ilgili olarak 400’e yakın araştırma yapılmıştır. Bağışıklık sistemini geliştirmesi, Ekinezya’nın yararları konusunda en çok dökümante edilmiş ve araştırılmış olanıdır(Rehman ve ark. 1999). Vitamin C ve E. angustifolia kökü ekstraktı, belirgin derecede fagositozu geliştiren yegane uygulamalardır. Burger et al. (1997), peripheral kan macrophagede sitokin üretiminin, Ekinezya’nın toprak üstü kısımlarının etanol ekstraktı uygulamasından sonra arttığını bildirmişlerdir. Ayrıca ekstrakt komposizyonu sitokin üretimi değişkenliği açısından dikkate alınması gereken bir unsurdur (Bauer ve ark. 1997).

Kobay faresi başına günde 0,45 mg E. Purpurea kökü ekstraktının, kobayın yiyeceği aracılığı ile verilmesi sonucunda sağlıklı genç ve yaşlı kobay farelerinde (Currier and Miller, 2000) ve lösemili kobay farelerinde (Currier and Miller, 2001, 2002) doğal öldürücü (Natural Killer) hücre sayısını arttırdığı tespit edilmiştir. Doğal öldürücü hücrelerin sayısı hem dalak hem de kemik iliğinde artmıştır. Yaşlı kobay farelerindeki doğal öldürücü hücre sayısı, genç olanlarında genellikle rastlanan seviyeye yükselmiştir (Currier and Miller, 2000). Ekinezya kökü ekstraktı ile beslenen kobayların dalaklarındaki doğal öldürücü hücre sayısında, ekstrakt kullanmadan beslenenlere göre %30’luk artış gözlenmiştir (Currier and Miller, 2001).

See et al. (1997) kurutulmuş E. Purpurea ekstraktının sağlıklı olanlarda doğal öldürücü hücre sayısını arttırdığını ve kronik halsizlik/bitkinlik şikayetlerine sahip olanlarda bağışıklık sistemi direncini arttırdığını, bu sonuçların 0,1 μg/mL’den yüksek konsantrasyonlar uygulandığında elde edildiğini bildirmişlerdir.

Ekinezya’nın polar bileşenleri, polisakkaritleri ve kafeik asit fenollerini içerir. Wagner et al. (1988), in vitro ve in vivo deneylerde polisakkarit fraksiyonun bağışıklık sistemini geliştirici özelliğini tespit etmiştir. Bu araştırmacılar E. Purpurea bitki ve kökünün bir polisakkarit fraksiyonunun sırasıyla 1 ve 10 μg/mL konsantrasyonlarının polimorfonükleer nötrofil hücreler (PMNC) ile maya partiküllerinin fagositozunu %27 geliştirdiklerini bildirmişlerdir. Daha sonra gerçekleştirilen bir çalışmada (Bauer, 1999a), PMNC ile fagositozu, 10 μg/mL’lik E. Angustifolia polisakkarit konsantrasyonu ile %32 arttığını bildirmişlerdir.

Ekinzya’nın virüslere karşı direnci desteklediği tespit edilmiştir. 10 μM kadarlık düşük konsantrasyonlarda dahi kafeik asit fenollerinin HIV Tip 1 virüsünün replikasyonunu inhibe ettiği bazı çalışmalarda bildirilmiştir (Reinke ve ark. 2002). Siskorik asit 0,4 μM konsantrasyonda HIV-1 enfeksiyonu %50 inhibe ettiği tespit edilmiştir (Robinson ve ark. 1996a,b).

Ekinezya kökünün hekzan ekstraktının 0,12 mg/mL konsantrasyonda Herpes simplex Virus Tip 1’e karşı antiviral aktiviteye sahip olduğu yapılan çalışma ile bildirilmiştir (Binns ve ark.2002d).

Ekinezya’nın lifofilik ekstraktının in vitro antifungal aktivitesinin UV ışınlamaya maruz kalma sonrası artmaktadır (Binns ve ark. 2000). Alkamid, ketoalkenler ve alkinlerin fotooksidasyonu antifungal aktivite gelişimine katkıda bulunmaktadır.

Facino et al. (1995) Ekinezya’nın kollajeni serbest radikal zararlanmasında reaktif oksijen türlerini etkileyerek koruduğunu bildirmiştir. Ekinazoid ve siskorik asitin kolajen degredasyonunu en etkili şekilde önlemekte olup bunları etkinlik açısından sinarin, kafeik asit ve klorojenik asit takip etmektedir.

Ekinezya’nın anti-infalmmator özelliği, alkamidler ve polisakkaritler ile ilişkilendirilmektedir. Ancak, %4 fenolik asitleri içeren standardize edilmiş ekstraktının, E. Purpurea bitkisine göre protoglandin sentezinin inhibe edilmesinde daha etkili olduğu tespit edilmiştir (Rininger ve ark. 2000). Yakın zamanda yapılan çalışmalarda ekinazoidin kobaylarda iltihap oluşumunu inhibe ettiği tespit edilmiştir.

Çok düşük sayıdaki bazı çalışmalar hariç, Ekinezya tüketiminin güvenli olduğu tespit edilmiştir. Mengs ve ark. (1991) tarafından yapılan çalışma ile Ekinezya’nın toksikolojik özellikleri incelenmiştir. Bu çalışmada kullanılan kobay modellerinde akut ve subakut toksisite ile mutajenik ve karsinojenik özellikleri incelenmiştir. Sıçanlarda LD50 değeri oral alımlarda 30.000 mg/Kg’dan, dmardan alımlarda 10.000 mg/Kg’dan yüksek olarak tespit edilmiştir. Subakut toksisite 800, 24000 veya 8000 mg/Kg günlük oral dozlarla tespit edilmiştir.
Ekinezya’nın antioksidan aktivitesi ile ilgili çok sayıda in vivo ve vin vitro çalışma yayınlanmıştır. Hu ve Kitts (2000), E. Pallida’nın metanol ekstraktının, E. Purpurea ve E. Angustifolia’dan daha yüksek antioksidan aktiviteye sahip olduğunu tespit etmişlerdir.
Ayrıca kafeik asit fenolleri ile antioksidan aktivite arasında ilişki oluşturulmuştur. E. pallida, E. angustifolia ve E. purpurea ‘da sırasıyla %2,61 , 1,11 ve 0,49 kafeik asit konsantrasyonu tespit edilmiş ve bunun antioksidan aktivite ile korelasyon içinde olduğu tespit edilmiştir. Hu and Kitts (2000), ekinazoid varlığını antioksidan aktiviteyle ilişkilendiren bir hipotez oraya atmış ve bunu E. purpurea’da ekinazoid varlığının düşük ve bütünün en düşük seviyede antioksidan aktiviteye sahip olmasına bağlanmıştır.

North Dakota State University’de Ekinezya ‘nın antioksidan aktivitesi yağ sistemlerinde yapılan çalışmalar ile tespit edilmeye çalışılmıştır (Hall, ve ark. 2001). Ayçiçeği yağının oksidatif stabilitesi Rancimat (110 °C) kullanılarak, E. Purpurea ve E. Angustifolia’nın ortalama antioksidan aktivenin Ekinezya konsantrasyonunu %0,05’den, %1’e arttırılmasıyla birlikte yükseldiği tespit edilmiştir.İkinci bir çalışmada E. purpurea ve E. angustifolia’nın hekzan ve etanol mısır yağına (50°C) eklenmiş ve oksidasyon peroksit değeri ile değerlendirilmiştir. Ekinezya köklerinin etanol ekstraktları diğer uygulamalara göre mısır yağının oksidasyonunu oldukça belirgin olarak inhibe etmiştir.
Ekstraktların fenolik bileşik içeriği ile antioksidan aktivite arasında pozitif bir ilişki bulunmaktadır. HPLC kullanılarak gerçekleştirilen bir kalitatif değerlendirme kafeik asit fenollerinin seviyesinin E. angustifolia kökünde diğer Ekinezya ürünlerinden daha yüksek olduğunu göstermiştir (Hall ve ark. 2001).

Sonuç olarak, Ekinezya’nın özellikle bağışıklık sisteminin gelişimine, içermekte olduğu fitokimyasallar nedeni ile önemli katkılarda bulunuyor olması ve bunun yanı sıra antioksidan ve antiviral etkileri nedeni ile beslenme destek öğesi üretimi konusunda önem arzetmektedir. 2002 yılında Iowa National Instıtutes of Health ve Iowa State University’nin ortaklaşa 5 yıllık ve 6 milyon USD’lık bir proje ile Ekinezya’nın araştırılmasına yönelik bir merkez oluşturması da bu konuya verilmesi gereken önemin bir göstergesidir (Hall, 2002).

KAYNAKLAR

Pellati, F., Benvenuti, S., Magro, L., Melegari, M., Soragni, F. 2004. Analysis of phenolic compounds and radical scavenging activity of Echinacea spp. Journal of Pharmaceutical and Biomedical Analysis. 35; 289–301.

Wills, R.B.H., Bone, K., and Morgan, M. 2000. Herbal products: active constituents, modes of action and quality control. Nutr. Res. Rev. 13, 47–77.

Bauer, R. 1999a. Clinical investigations of Echinacea phytopharmaceuticals. In “Immunomodulatory Agents from Plants” (H. Wagner, ed.), pp. 41–88. Birkha¨user Verlag, Basel, Switzerland.

Bauer, R. 2000. Chemistry, pharmacology, clinical applications of Echinacea products. In “Herbs, Botanicals and Teas as Functional Foods and Nutraceuticals” (G. Mazza and B.D. Oomah, eds), pp. 45–73. Technomic Publishing, Inc., Lancaster, PA.

Barrett, B., Kiefer, D., and Rabago, D. 1999. Assessing the risks and benefits of herbal medicine: an overview of scientific evidence. Altern. Ther. Health Med. 5(4), 40–49.

Wills, R.B.H., Bone, K., and Morgan, M. 2000. Herbal products: active constituents, modes of action and quality control. Nutr. Res. Rev. 13, 47–77.

Bauer, R. and Remiger, P. 1989. TLC and HPLC analysis of alkamides in Echinacea drugs. Planta Med. 55, 367–371.

Hall, C. 2003.Echınacea As A Functional Food Ingredient Advances In Food And Nutrition Research .47;113-173.

Melchart, D. and Linde, K. 1999. Clinical investigations of Echinacea phytopharmaceuticals. In “Immunomodulatory Agents from Plants” (H. Wagner, ed.), pp. 105–118. Birkha¨user Verlag, Basel, Switzerland.

Dietz, B. and Bauer, R. 2001. The constituents of Echinacea atrorubens roots and aeria. Pharm. Biol. 39, 11–15.

Bauer, R., Khan, A., and Wagner, H. 1988b. TLC and HPLC analysis of Echinacea pallida and E. angustifolia roots. Planta Med. 54, 426–430.

Cheminat, A., Zawatzky, R., Becher, H., and Brouillard, R. 1988. Caffeoyl conjugates from Echinacea species: structures and biological activity. Phytochemistry 27, 2787–2794.

Glowniak, K., Zgorka, G., and Kozyra, M. 1996. Solid-phase extraction and reversed-phase highperformance liquid chromatography of free phenolic acids in some Echinacea species. J. Chromatogr. A 730, 25–29.

Proksch, A. and Wagner, H. 1987. Structural analysis of a 4-O-methyl-glucuronoarabinoxylan with immuno-stimulating activity from Echinacea purpurea. Phytochemistry 26, 1989–1993.

Wagner, H., Stuppner, H., Schafer, W., and Zenk, M. 1988. Immunologically active polysaccharides of Echinacea purpurea cell cultures. Phytochemistry 27, 119–126.

Roesler, J., Emmendo¨rffer, A., Steinmu¨ ller, C., Luettig, B., Wagner, H., and Lohmann-Matthes, M. 1991a. Application of purified polysaccharides from cell cultures of the plant Echinacea purpurea to test subjects mediates activation of phagocyte system. Int. J. Immunopharmacol. 13, 931–941.

Bauer, R. 1999a. Clinical investigations of Echinacea phytopharmaceuticals. In “Immunomodulatory Agents from Plants” (H. Wagner, ed.), pp. 41–88. Birkha¨user Verlag, Basel, Switzerland.

Classen, B., Witthohn, K., and Blaschek, W. 2000. Characterization of an arabinogalactan-protein isolated from pressed juice of Echinacea purpurea by precipitaion of the b-Glucosy Yariv Reagent. Carbohydr. Res. 327, 497–504.

Binns, S., Livesey, J., Arnason, J., and Baum, B. 2002b. Phytochemical variation in Echinacea from roots and flowerheads of wild and cultivated populations. J. Agric. Food Chem. 50, 3673–3687.
Stuart, D.L. and Wills, R.B.H. 2000a. Alkylamides and cichoric acid levels in plant sections of Echinacea purpurea during growth. J. Herbs Spices Med. Plants 7, 91–101.

Binns, S., Baum, B., and Arnason, J. 2002a. A taxonomic revision of Echinacea (Asteraceae:Heliantheae). Syst. Bot. 27, 610–632.

Perry, N.B., Van Klink, J.W., Burgess, E.J., and Parmenter, G.A. 1997. Alkamide levels in Echinacea purpurea: a rapid analytical method revealing differences among roots, rhizomes, stems, leaves and flowers. Planta Med. 63, 58–62.

Becker, H. and Hsieh, W. 1985. Chocoree-Sau¨re und deren Derivate aus Echinacea-Arten. Z. Fuer Naturfuschung 40, 585–587.

Perry, N., Burgess, E., and Glennie, V. 2001. Echinacea standardization: analytical methods for phenolic compounds and typical levels in medicinal species. J. Agric. Food Chem. 49, 1702–1706.

Classen, B., Witthohn, K., and Blaschek, W. 2000. Characterization of an arabinogalactan-protein isolated from pressed juice of Echinacea purpurea by precipitaion of the b-Glucosy Yariv Reagent. Carbohydr. Res. 327, 497–504.

Bauer, R. 1996. Echinacea Drogen Wirkungen und Wirksubstanzen. Z. Aerztl. Fortbild. 90, 111–115.

Bauer, R. 1997. Standardisierung von Echinacea purpurea-Preßsaft auf cichoriensa¨ure und alkamide. Z. Phytother. 18, 270–276.

Rehman, J., Dillow, J.M., Carter, S.M., Chou, J., Le, B., and Maisel, A.S. 1999. Increased
production of antigen-specific immunoglobulins G and M following in vivo treatment with the medicinal plants Echinacea angustifolia and Hydrastis canadensis. Immunol. Lett. 68, 391–395.

Burger, R.A., Torres, A.R., Warren, R.P., Caldwell, V.D., and Hughes, B.G. 1997. Echinacea-induced cytokine production by human macrophages. Int. J. Immunopharmacol. 19, 371–379.

Currier, N. and Miller, S. 2000. Natural killer cells from aging mice treated with extracts from Echinacea purpurea are quantitatively and functionally rejuvenated. Exp. Gerontol. 35, 627–639.

Currier, N. and Miller, S. 2001. Echinacea purpurea and malatonin augment natural-killer cells in leukemic mice and prolong life span. J. Altern. Complemen. Med. 7, 241–251.

Currier, N. and Miller, S. 2002. The effect of immunization with killed tumor cells, with/without feeding of Echinacea purpurea in an erythroleukemic mouse model. J. Altern. Complement. Med. 1, 49–58.

See, D.M., Broumand, N., Sahl, L., and Tilles, J.G. 1997. In vitro effects of Echinacea and Ginseng on natural killer and antibody-dependent cell cytotoxicity in healthy subjects and chronic fatigue syndrome or acquired immunodeficiency syndrome patients. Immunopharmacology 35, 229–235.

Wagner, H., Stuppner, H., Schafer, W., and Zenk, M. 1988. Immunologically active polysaccharides of Echinacea purpurea cell cultures. Phytochemistry 27, 119–126.

Binns, S., Hudson, J., Merali, S., and Arnason, J. 2002d. Antiviral activity of characterized extracts from Echinacea spp. (Heliantheae: Asteraceae) against Herpes simplex virus (HSV-I). Planta Med. 68, 780–783.

Reinke, R., King, P., Victoria, J., McDougall, B., Ma, G., Mao, Y., Reinecke, M., and Robinson, W. 2002. Dicaffeoyltartaric acid analogues inhibit human immunodeficiency virus type 1 (HIV-1) integrase and HIV-1 replication at nontoxic concentrations. J. Med. Chem. 45, 3669–3683.

Robinson, W., Reinecke, M., Abdel-Malek, S., Jia, Q., and Chow, S. 1996a. Inhibitors of HIV-1 replication that inhibit HIV integrase. Proc. Natl Acad. Sci. USA 93, 6326–6331.

Robinson, W., Cordeiro, M., Abdel-Malek, S., Jia, Q., Chow, S., Reinecke, M., and Mitchell, W. 1996b. Dicaffeoylquinic acid inhibitors of human immunodeficiency virus integrase: inhibition of the core catalytic domain of human immunodeficiency virus integrase. Mol. Pharmacol. 50, 846–855.

Facino, R.M., Carini, M., Aldini, G., Saibene, L., Pietta, P., and Mauri, P. 1995. Echinacoside and caffeoyl conjugates protect collagen from free radical-induced degradation: a potential use of Echinacea extracts in the prevention of skin photodamage. Planta Med. 61, 510–514.

Rininger, J., Kickner, S., Chigurupati, P., McLean, A., and Franck, Z. 2000. Immunopharmacological activity of Echinacea preparations following simulated digestion of murine macrophages and human peripheral blood mononuclear cells. J. Leukoc. Biol. 68, 503–510.

Mengs, U., Clare, C., and Poiley, J. 1991. Toxicity of Echinacea purpurea. Acute, subacute and genotoxicity studies. Arzneim.-Forsch. (Drug Res.) 41, 1076–1081

Hu, C. and Kitts, D. 2000. Studies on the antioxidant activity of Echinacea root extract. J. Agric. Food Chem. 48, 1466–1472.

Hall, C., Schwarz, J., Shultz, K., 2001. The antioxidant activity of the purple coneflower
(Echinacea). Abstracts of the 92nd AOCS Annual Meeting & Expo, May 13–16, Minneapolis,MN.

4 Ekim 2007 Perşembe

KUDRET NARI (Momordica charantia)



Kullanılan Kısımlar : Kozalak, meyve

Bölüm (Division) : Magnoliophyta
Sınıf (Class) : Magnoliopsida
Tür (Order) : Violales
Familya (Family) : Cucurbitaceae
Cins (Genus) : Momordica



Kudret Narı tropik iklim bölgelerinde, Amazon havzasında, Doğu Afrika’da, Asya, Karayip Adalarında doğal olarak bulunan, Güney Amerika ve Uzak Doğuda ise özellikle, gıda ve ilaç olarak yetiştirilen bir bitkidir.

Tek yıllık , tırmanıcı, sarmaşık formunda bir bitki olan Kudret Narı, yaz aylarında çiçek açar. Yaprakları, yelpaze şeklinde, loplu, kenarları dişlidir. Sarı renkli küçük çiçekleri, erkek veya dişi olarak, ayrı saplar üzerindedir. Meyveleri önce yeşil, olgunlaşınca turuncu-kırmızı renkte, 10-20 cm uzunluğunda, geniş bir mekik seklinde olup, üstleri girintili çıkıntılı ve pürtüklüdür. Meyve olgunlaşınca, kabuğu 3 ayrı parça halinde, geriye bükülerek çok sayıda, kırmızı-kahverengi veya beyaz renkli çekirdekleri ortaya çıkar. Tohumları (çekirdekleri) 7-10mm boyunda, yassı ve pütürlüdür. Latince’de momordica ısırmak anlamına gelir, yapraklarının adeta yenik gibi durmasından dolayı bu isim verilmiştir. Bitkinin bütün kısımları ve öz suyu çok acıdır.

Kudret narının meyve ve yaprakları, mineral ve vitaminler bakımından zengindir. Özellikle demir, kalsiyum, fosfor ve B vitaminleri bakımından zengindir.

Özellikle Filipinlerde şifalı olduğuna inanılarak, çok yetiştirilen bir bitkidir. Acımsı tadına karşın, birçok Filipin yemeğinde kullanılmaktadır. Filipinlerde yerel adı Ampalaya’dır. Batı ülkelerinde, acı kavun (bitter melon), acı kabak (bitter gourd), Afrika hıyarı (African cucumber), balsam elması (balsam apple) veya balsam armudu (balsam pear) olarak adlandırılır. Filipinlerde kudret narı’nın faydalı olduğu birçok hastalık olduğuna inanılmaktadır.

Filipinler Sağlık Bakanlığı onaylı, “Kudret Narı Çözeltisi” şu şekilde hazırlanmalıdır:
1.Yaprakları yıkayıp, bıçak ile ufak parçalar halinde doğrayınız.
2. İki bardak dolu su içine, 6 tatlı kaşığı dolusu doğranmış yaprağı ilave ediniz.
3. Hazırlanan karışımı 15 dakika ağzı açı bir kapta kaynatınız.
4. Soğuttuktan sonra süzünüz.
5. Günde 3 defa, her seferinde, 1 fincanın üçte biri kadar, hazırlanan ekstreden içiniz.
Bir diğer yöntem, Kudret Narı sürgünleri, kaynatılarak sabah akşam yarım fincan yenilebilir.

Momordica charantia bitkisinin yaprak ve sarmaşık kısımları kullanılabilmekte ise de, meyvesi daha etkili ve sağlıklı olduğu için tercih edilmektedir.


Amozon’da yerliler, bahçelerinde kudret narı’nı yiyecek ve ilaç olarak yetiştirmektedirler. Bitkinin yaprak ve meyvelerini pişirdikleri fasulye yemeğinin içine koymakta, sonra tuz ilave ederek acı tadı azaltmaktadırlar.

Brezilya’da, Kudret Narı, tümörlerde, yaralarda, romatizmada, sıtmada, adet problemlerinde, şeker hastalığında, kolikde, ateşli durumlarda ve barsak kurtlarına karşı kullanılmaktadır. Ayrıca çocuk düşürmek ve afrodizyak (cinsel iştahı arttırıcı), deri hastalıkları, ekzama, uyuzda da kullanılmaktadır.

Meksika’da bitkinin bütün kısımları şeker hastalığında, dizanteride kullanılmakta, köklerinin ise afrodizyak olduğuna inanılmaktadır.

Peru’da bitkinin yaprakları ve bütün toprak üstü kısmı, kızamık, sıtma ve her türlü iltihabi olayda kullanılmaktadır.

Nikaragua’da yapraklar, mide ağrısı, ateşlenme durumunda, şeker hastalığında, soğuk algınlığı, öksürük, baş ağrısı, sıtma, deri hastalıkları, adet bozukluklarında, ağrı, hipertansiyon iltihabi olaylarda ve doğum sırasında yardımcı olmak üzere kullanılır.

Geleneksel Çin tababetinde, bu sebze iştah açıcı, mide-barsak iltihaplarında ve meme kanserine engel olmak için kullanılmaktadır.

Tokyo’da bu bitkiyi pazardan temin etmek mümkün olduğu gibi, birçok restoranda kudret narı ile yapılan yemekler bulunmaktadır.

Özetle, geleneksel olarak kudret narı;
Diabet,
Gastrointestinal problemeler,
Solucanlar,
Başağrısı,
Bazı cilt sorunları,
Viral enfeksiyonlara
karşı ve kadınlarda regl dönemini kolaylaştırmaya yardımcı olarak kullanılmıştır.

Kudret narının antidiabetik potansiyeli stretozocinor (ani hipoglisemik), alloksan ile indindüklenmiş normal kobay hayvanlar ile diyabetlerin genetik modellerinde, Ahmed ve arkadaşları (2004), Bailey ve arkadaşları (1985), Day ve arkadaşları (1990), Jayasooriya ve arkadaşları (2000), Kar ve arkadaşları (2003), Miura ve arkadaşları (2001, 2004), Reyes ve arkadaşları (2005) ile Sarkar ve arkadaşları (1996) gibi araştırmacıların çalışmalarında etkin şekilde saptanmıştır. Bitkinin tüm kısımlarının (meyve pulpu, tohumları, yaprakları ve tüm bitki) aktivite gösterdiği bildirilmektedir. Sistematik olarak gerçekleştirilen çalışmada, bitkinin üç ekstraktının in vivo olarak hipoglisemik aktivitesi incelenmiş, kurutulmuş meyvelerin ve tohumların metanol ekstraktı kan şekerini 1. hafta sonunda %49, beşinci hafta sonunda %39, taze olgunlaşmamış ve tüm meyvelerin su ekstraktları aç karna kan şekerini çalışma sonucunda %50 düşürmüş, kurutulmuş tüm meyve ve tohumların kloroform ekstraktı ise hipoglisemik etki göstermemiştir (Virdi ve ark. 2003).


Grover ve Yadav (2004), hipoglisemik aktivitenin, charantin, insulin-benzeri peptidler ve alkaloidler olarak bilinen bitkinin sterodial saponinlerinden dolayı ortaya çıktığını bildirmektedirler. Kobay hayvanları kullanılan çalışma modelleriesas alınarak, Ahmed ve arkadaşları (1998), Momordica charantia’nın pankreastaki beta-hücrelerinin yenilenmesinin arttırılması veya kısmi hasar görmüş beta hücrelerinin geri kazanımına izin verilebiliyor olması olasılığını ortaya koymaktadırlar. Yine Ahmed ve arkadaşları (2004) tarafından kudret narı suyunun streptozosin ile indüklenmiş yüzeysel sinirlerin anormalliklerini normalleştirdiğini, kalın bağırsaktan glukoz alımını stimüle ettiğini tespit etmişlerdir.

Chaturvedi (2005), Senanayake ve arkadaşları (2004) ve Singh ve arkadaşları (1998), kudret narı meyvesi ekstraktı, kudrte narından ekstrakte edilen flavonoidler veya bitkinin metanol fraksiyonunun normal ve diyabetik kobay hayvanlarında lipid seviyesi düşürücü etkisini gerçekleştirdikleri bilimsel araştırma sonucunda bildirmişlerdir. Tipik olarak trigliserid ve LDL seviyelerinde düşüş, HDL seviyelerinde artış görülmüştür.

Kudret narında bulunan alfa- ve beta-momorcharin lectin ve MAP 30 gibi bileşenlerin, Epstein-Barr, HSV-1, HIV, Coxsackivirus B3 ve polio viruslerine karşı in vitro antiviral aktiviteleri, Beloin ve arkadaşları (2005), Bourinbair ve Lee-Huang (1998), Grover ve Yadav (2004), Sun ve arkadaşları (2001) tarafından incelenmiştir. Beloin ve arkadaşları (2005) tarafından yapılan çalışmada kudret narının dondurularak kurutulmuş ekstraktı, HSV-1 virüsüne karşı kullanıldığında, antiviral aktivite için ışık varlığının önemli olduğu tespit edilmiştir.


Kudret narının yaprak ekstraktlarının (su, etanol ve metanol ile elde edilen) in vitro antimikrobiyal aktiviteleri Escherichia coli, Salmonella paratyphi, Shigella dysenterae ve Sterotomyces grisesus mikroorganizmalarına karşı, Grover ve Yadav (2004), Ogata ve arkadaşları (1991) ile Omoregbe ve arkadaşları (1996) tarafından belirlenmiştir.

Frame ve arkadaşları (1998) ise yaprak ekstraktlarının Mycobacterium tuberculosis gelişimini inhibe ettiğini ortaya koymuşlardır. Bitkinin tümünün ekstraktı ile yapılan çalışmada Entamoeba histolytica karşı antiprotozoal aktivite sağlandığı (Grover ve Yadav 2004) ve meyve ekstraktının Helicobacter pylori’ye karşı aktif olduğu da (Yesilada ve ark. 1999) yapılan araştırmalarda belirlenmiştir.

Beloin ve arkadaşlarının (2005) çalışmasında, Momordica charantia yapraklarının yüksek düzeyde Caenorhabditis elegans’a karşı antihelmintik (solucan üşürücü) etkisi olduğu belirlenmiş ve doğrulanmıştır. Kudret narının triterpen glikozidlerinin çok aktif nematizid olduğu bulunmuştur. Başka bir araştırmada (Lalue ve ark. 1976), bir kudret narı preparatının in vitro olarak Ascaridia galli’ye karşı piperazine hexahydrate’a göre daha güçlü antihelmintik olduğu belirlenmiştir.

Kobay farelerle yapılan çalışmalarda, kudret narının abortusa (düşük) neden olduğu belirlenmiştir (Tam ve ark. 1984). In vivo bir çalışmada, tohumlardan izole edilen alfa- ve beta-momorcharin glikoproteinlerinin erken ve orta dönem gebeliklerde düşüklere neden olduğu tespit edilmiştir (Chan ve ark. 1986).

Çeşitli başlangıç niteliğinde araştırmalarda, in vitro ve in vivo olarak tüm kudret narı ekstraktı ve onun MAP 30, momordin I, alfa-momorcharin gibi çeşitli bileşenlerinin antikanser aktivite gösterdiği görülmüştür (Basch ve ark. 2003)

Biswas ve arkadaşları (1991), in vivo çalışmalarında kudret narı tohumlarının metanol ile elde edilen ekstraktının doza bağlı analjezik (ağrı kesici) etki gösterdiğini tespit etmişlerdir. Bu etkinin kısa süreli ve hızlı olduğu bildirilmiştir.

Gürbüz ve arkadaşları (2000) kudret narının (Momordica charanti) farklı ülser modelleri üzerindeki etkisini incelemişlerdir. Bu amaçla etanol ile indüklenmiş ulserojenesisli kobay fareleri kullanılmıştır. Bu hayvanlarda, kudret narı zeytin yağı ekstraktı ve kudret narı meyvesinin kurutularak toz hale getirilmiş meyvelerinin fitle edilmiş bal ile karışımının belirgin ve doza bağlı anti-ülserojenik aktivite göstermekte olduğu belirlenmiştir. Ayrıca meyveler önce hekzan daha sonra da etanol ile ekstrakte edilerek kullanılmış, bu uygulamada da bazı ülser modelleri karşısında aktivite tespit edilmiştir. Dengiz ve Gürsan (2005) tarafından da bu fonksiyonel özellik araştırılmıştır. Bu çalışmada kudret narı meyvelerinin zeytinyağı ekstresinin antiülserojenik etkisi, Sprague-Dawley erkek farelerde değerlendirilmiştir . Denekler altı gruba ayrılmıştır. Distile su (kontrol grubu), famotidin (40 mg/kg), yağlı ekstrakt (5 ve 10ml/kg), ve taşıyıcı(zeytinyağı- 5 ve 10 ml/kg) ağız yoluyla verilmiştir. 30 dakika sonra bütün gruplara indomethazin (25 mg/kg) yine ağız yoluyla uygulanmıştır. 6 saat sonra, denekler öldürülmüştür. Her midenin toplam ve ülsere alanları (mm2) ölçülmüştür. Her mide için ülser indeksleri ve her grup için ülser inhibisyon oranları hesaplanmıştır. Daha sonra mideler patolojik olarak (polimorfonükleer lökosit infiltrasyonu) değerlendirilmiştir. Ülser inhibisyon oranları sırasıyla şu şekilde tespit edilmiştir; famotidin -% 91,54, ekstrakt (5ml/kg) -53,80, ekstrakt (10ml/kg) -%98,04, taşıyıcı (zeytinyağı -5ml/kg) -%18,40, ve taşıyıcı (zeytinyağı 10ml/kg) -%88,02. Polimorfonükleer lökosit infiltrasyonu sonuçlarına göre ise ekstrakt (10 ml/kg) ve taşıyıcı (10 ml/kg) famotidine benzer etkiler yaptığı tespit edilmiş, sonuç olarak kudret narının yağlı ekstraktının makroskopik olarak koruyucu etki sergilediği bildirilmiştir.

Kudret narının (Momordica charanti) sahip olduğu antioksidan aktivite ile ilgili olarak da bilimsel çalışmalar yürütülmüştür. Semiz ve Sen (2007) ile Wu ve Ng (2007) tarafından yürütülen çalışmalarda sırasıyla bitkiye ait meyvenin hekzan ile su ve etanol ekstraktları kobay fare modelleri üzerinde çalışılarak sonuçlar incelenmiş ve her iki araştırma sonucunda da antioksidan incelenen tüm ekstraktlarda antioksidan aktivite tespit edilmiştir.



KAYNAKLAR

Ahmed I et al. Beneficial effects and mechanism of action of Momordica charantia juice in the treatment of streptozotocin-induced diabetes mellitus in rat. Mol Cell Biochem 261 (2004): 63-70.

Bailey CJ et al. Cerasee, a traditional treatment for diabetes: Studies in normal and streptozotocin diabetic mice. Diabetes Res 2 (1985): 81-4.

Day C et al. Hypoglycaemic effect of Momordica charantia extracts. Planta Med 56 (1990): 426-9.

Jayasooriya AP et al. Effects of Momordica charantia powder on serum glucose levels and various lipid parameters in rats fed with cholesterol-free and cholesterol-enriched diets. J Ethnopharmacol 72 (2000):331-6.

Kar A et al. Comparative evaluation of hypoglycaemic activity of some Indian medicinal plants in alloxan diabetic rats. J Ethnopharmacol 84 (2003): 105-8.


Miura T et al. Suppressive activity of the fruit of Momordica charantia with exercise on blood glucose in type 2 diabetic mice. Biol Pharm Bull 27 (2004): 248-50

Reyes BA et al. Anti-diabetic potentials of Momordica charantia and Andrographis paniculata and their effects on estrous cyclicity of alloxan-induced diabetic rats. J Ethnopharmacol 105 (2006): 196-200.

Sarkar S, Pranava M, Marita R. Demonstration of the hypoglycemic action of Momordica charantia in a validated animal model of diabetes. Pharmacol Res 33 (1996): 1-4.

Virdi J et al. Antihyperglycemic effects of three extracts from Momordica charantia. J Ethnopharmacol 88 (2003): 107-11.

Grover JK, Yadav SP. Pharmacological actions and potential uses of Momordica charantia: a review. J Ethnopharmacol 93 (2004): 123-32.

Ahmed I et al. Effects of Momordica charantia fruit juice on islet morphology in the pancreas of the streptozotocin-diabetic rat. Diabetes Res Clin Pract 40 (1998): 145-51.

Chaturvedi P. Role of Momordica charantia in maintaining the normal levels of lipids and glucose in diabetic rats fed a high-fat and low-carbohydrate diet. Br J Biomed Sci 62 (2005): 124-6.

Senanayake GV et al. The effects of bitter melon (Momordica charantia) extracts on serum and liver lipid parameters in hamsters fed cholesterol-free and cholesterol-enriched diets. J Nutr Sci Vitaminol (Tokyo) 50 (2004): 253-7.

Singh N et al. Effects of long term feeding of acetone extract of Momordica charantia (whole fruit powder) on alloxan diabetic albino rats. Indian J Physiol Pharmacol 33 (1989): 97-100.

Beloin N et al. Ethnomedicinal uses of Momordica charantia (Cucurbitaceae) in Togo and relation to its phytochemistry and biological activity. J Ethnopharmacol 96 (2005): 49-55.

Bourinbaiar AS, Lee-Huang S. The activity of plant-derived antiretroviral proteins MAP30 and GAP31 against herpes simplex virus in vitro. Biochem Biophys Res Commun 219 (1996): 923-9.

Sun Y et al. Anti-HIV agent MAP30 modulates the expression profile of viral and cellular genes for proliferation and apoptosis in AIDS-related lymphoma cells infected with Kaposi’s sarcoma-associated virus. Biochem Biophys Res Commun 287 (2001): 983-94.

Ogata F et al. Purification and amino acid sequence of a bitter gourd inhibitor against an acidic amino acidspecific endopeptidase of Streptomyces griseus. J Biol Chem 266 (1991): 16715-21.

Omoregbe RE, Ikuebe OM, Ihimire IG. Antimicrobial activity of some medicinal plants extracts on Escherichia coli, Salmonella paratyphi and Shigella dysenteriae. Afr J Med Med Sci 25 (1996): 373-5.

Frame AD et al. Plants from Puerto Rico with anti-Mycobacterium tuberculosis properties. Puerto Rico Health Sci J 17 (1998): 243-52.

Yesilada E et al. Screening of Turkish anti-ulcerogenic folk remedies for anti-Helicobacter pylori activity. J Ethnopharmacol 66 (1999): 289-93.

Lalur J et al. In vitro anthelmintic action of some indigenous medicinal plants on Ascardia galli worms. Indian J Physiol Pharmacol 20 (1976): 64-8.

Tam PP et al. Effects of alpha-momorcharin on preimplantation development in the mouse. J Reprod Fertil 71 (1984): 33-8.

Chan WY et al. Effects of momorcharins on the mouse embryo at the early organogenesis stage. Contraception 34 (1986): 537-44.

Basch E, Gabardi S, Ulbricht C. Bitter melon (Momordica charantia): a review of efficacy and safety. Am J Health Syst Pharm 60 (2003): 356-9.

Biswas AR, Ramaswamy S, Bapna JS. Analgesic effect of Momordica charantia seed extract in mice and rats. J Ethnopharmacol 31 (1991): 115-18.

Gürbüz, I., Akyuz, C., Yeşilada, E., Sener, E. 2000.Anti-ulcerogenic effect of Momordica charantia L. fruits on various ulcer models in rats Journal of Ethnopharmacology 71; 77–82.

Wu, Shu-Jing., Ng, Lean-Teik. 2007. Antioxidant and free radical scavenging activities of wild bitter melon (Momordica charantia Linn. var. abbreviata Ser.) in Taiwan, LWT (Article In Pres).

Semiz, A., Sen, A. 2007. Antioxidant and chemoprotective properties of
Momordica charantia L. (bitter melon) fruit extract. African Journal of Biotechnology 6 (3); 273-277.

Dengiz, G.O., Gürsan, N. 2005. Effects of Momordica charantia L. (Cucurbitaceae)
on indomethacin-induced ulcer model in rats. Turk J Gastroentero 16 (2) ; 85-88.

19 Eylül 2007 Çarşamba

Besin Öğeleri Veri Tabanı

Danimarka Teknik Üniversitesi tarafından hazırlanmış, oldukça kapsamlı besin öğeleri veri tabanına aşağıdaki linkten ulaşılabilir

http://www.foodcomp.dk/fcdb_foodcomplist.asp?CompId=0066

SİZİ TANIYABİLİR MİYİZ?


"Eğer çok konuşuyorsanız, çok az şey konuşuyorsunuz demektir!"
G. S. Lavhuk

Hepsi durmadan, dinlenmeden, nefes almadan, dıı-şünmeden, taşınmadan ve hiçbir gereklilik ya da anlam taşıma kaygısı gütmeden, bağıra çağıra konuşuyor.- Bir saniyelik bir es bile onlara dünyanın sonunu hatırlatıyor ve onlar susunca biz dünyanın sonunun o kadar da kötü olmayacağını düşünmeye başlıyoruz.

Zamana karşı boş konuşanlardan, DICEYLERDEN, VİCEYLERDEN soz ediyorum.

Bazen bir radyonun boş, karanlık kabininde, bazen bir televizyonun inadına aydınlık stüdyosunda, boşluğa karşı boş konuşanlardan söz ediyorum.

Onlar herkesle her şeyi konuşabilir. Onlar her şeyi bilir. Her şeye karışabilirler. Onların her konuya bodoslama girebilmeyi sağlayan ehliyetleri vardır. Kendilerini tüm toplumun psikologu zannederler. Evet insanlarımızın psikolojik sorunları olduğu açıktır, çünkü günün her saatinde en az bir dicey veya viceye canlı bağlantı yapmaktadırlar. Avcılar'dan aradıklarını, yaşlarını ve bazen de mesleklerini söylerler, başka da bir şey söylemezler. Zaten günlük yüz kelime kullanma haklarını doldurmuşlardır ve sıradaki parçayı isteyip telefonu kapatmak en iyisidir. Canlı bağlanan ile boş konuşan dicey arasındaki konuşma tipiktir. Bu konuşma her gün yüzlerce radyo kanalında aynen yaşanmaktadır. Süreç diceyin stüdyo şefine attığı pasla başlar:
DİCEY: Evet (bütün diceyler evet diye söze başlar), bir telefonumuz var...

Evet güzelim bir telefonunuz var, bu yüzden sizi arayabiliyor insanlar. Önce alo deme ve birbirini du-yamama konusunda yaşanan klasik bir aksama bölümünden ve arayan ger/eğe radyosunun sesi şık bir uyarıyla kıstırıldıktan sonra:
DİCEY: Sizi tanıyabilir miyiz?
Aslında tanıyamazsınız! Çünkü bir insanı tanımak çok zordur ve zaman isteyen bir süreçtir. Otuz yıl evli kalıp birbirini hâlâ tanımayan insanlar vardır. Bu yüzden siz yüzünü görmediğiniz, sesini bile yarım yamalak duyduğunuz bir insanı tanıyamazsınız, olsa olsa ismini öğrenebilirsiniz:
ARAYAN: Adım Recep Yarma, Ankara Sincan'dan arıyorum.

Evet bir Arayanın isminden hemen sonra söylemesi gereken şey nereden aradığıdır. Bu hem arayan hem aranan açısından son derece önemlidir. Neden önemlidir bilinmemektedir ama önemlidir işte. Hatta eğer bir kaza sonucu arayan, nereden aradığını söylemeyi
unutursa aranan hemen sorar ve cevabını alır.

Genel kurallardan biri de şudur: Dicey, arayan kişinin her söylediğini mutlaka en az bir kez tekrar eder. Örnekleyelim:
DİCEY: Nereden arıyorsunuz beyefendi?
ARAYAN: İzmir'den arıyorum efendim.
DİCEY: izmir'den arıyorsunuz... Kaç yaşındasınız?
ARAYAN: Otuzüç yaşımdayım...
DİCEY: Otuzüç yaşındasınız... Evli misiniz?
ARAYAN: Evliyim...
DİCEY: Evlisiniz... Ne iş yapıyorsunuz?
ARAYAN: Marangozum...
DİCEY: Marangozsunuz...
Bu böyle dünyanın en anlamsız tekerlemesi olarak sürer gider Dicey soruyu sorar ve ikinci soru için zaman ka/anmak amacıyla cevabı tekrarlar. Ama kazandığı zamanı çarçur eder, çünkü yine amaçsız yararsız bir soru sorar.

Çoğunlukla diceylerin programının bir konusu vardır. Çünkü boş konuşma maratonu boş konuşanları bile yorar hale gelmiştir ve bari belli bir konu etrafında boşuna konuşalım diye düşünmüşlerdir. Konular genellikle aşk, aldatma, yalan gibi her yönüyle boş konuşmaya müsait şeylerdir. Düşünsenize, bu konularla ilgili incir çekirdeği içinde bile görünmeyecek zerrelik-te laflar etmek hangi vatandaşımız için sorun olabilir ki? Tabii bütün bunlar konuşulurken sürekli ama sürekli bir "Hadi coşalım eğlenelim ve hep komik şeyler olsun tanrım" hezeyanı yaşanmaktadır. Aslına bakarsanız ben bu sürecin daha eskilere dayandığını ve sayın Erol Büyükburç'la başladığını düşünüyorum (ki yeri gelmişken belirteyim, kendisine devlet sanatçılığı konusunda büyük haksızlık yapılmıştır çünkü sayın Büyükburç bu devlete en yakışan sanatçılardan biridir...) Erol Büyükburç yıllar önce bir gün durup dururken, ortada kayda değer hiçbir sebep yokken "Eğlenelim coşalım, haydi gençler hop hop hop" demiş ve yukarıda sözü geçen süreci başlatmıştır... Durup dururken niçin eğleniyoruz? Eğlenirken niçin "hop hop hop" diyoruz? Bu lafın manası ne? Hadi tamam bazen "lay lay lom" gibi sözler eğlenen kişiler tarafından sar-fedilebilir ama "hop hop hop" nedir? Üstelik sadece eğlenmeniz de yetmiyor sayın Büyükburç'a göre, aynı zamanda coşmanız da gerekiyor. Çünkü gençsiniz ve "hop hop hop" komutunu alır almaz zıplamaya başlamanız gerekir!

İşte sayın Büyükburç'un o talihsiz besteyi yaptığı günden bu yana ülkemizde eğlenmek, gülmek için belli bir sebep arayışı devreden çıkmıştır. Sebepsiz eğlenceler, manasız espriler hayatımızı özellikle radyolar aracılığıyla kuşatmıştır. Daha da ötesi, artık diceyin esprilerine gülen insanlara da ihtiyacı yoktur. O kendi mizahi yeteneğine kendisi karar vermektedir. Çünkü elinin altında bir düğme vardır, o düğmeye basınca yüzlerce insan kahkahadan kırılmaktadır. Yani günümüzde mizah mesleği en şanslı dönemini yaşamaktadır. Çünkü gerçekten gülen insanlar devre dışı kalmıştır. İsterse hiç kimse diceyin anlattığını komik bulmasın ne gam, basar düğmeye, gülmekten öldürür olmayan insanları!

Sakın yanlış anlaşılmasın; bu diceylerin tümü boş konuşan, kötü espri yapan insanlar değildir. İçlerinde mana peşinde koşan bir azınlık vardır ve azınlığın haklarından yararlanmaktadırlar...
Tüm dicey ve viceylerin çok geniş bir hayran kitlesi vardır.

Radyo ve/veya televizyonda bir insana hayran olma süreci o insanın ilk programının ilk saniyesinde başlar. Çünkü zaten kalabalık bir kitle radyo ve/veya televizyonun başında durmuş, hayran olmak için birisini beklemektedir. İşte o sıra kim denk gelirse kendisine hemen ailecek bayılırlar. Bu kadar çabuk, bu kadar nedensiz bir hayran kalmayı incelemek gerekir elbette. Çünkü çok az bir kitlenin izleyebildiği küçücük bir yerel radyoda, hayatında ilk defa mikrofon başında peşpeşe üç cümle kurmuş bir insana bile bazı insanlar hemen telefon açıp hayranı olduklarını söylüyorlar. Artık starların hayranlardan daha kalabalık olduğu bir ülkede bu "aniden hayran olma" sendromu-nu kendine güvensizliğin doruk noktaya ulaşmasına bağlamak acaba abartılı mı olur? Yoksa bu "hayranınım" lafı, "senden haberim var, hepsi bu" cümlesinden Öte bir anlam taşımıyor mu? Belki de öyledir çünkü henüz ülkemizde hayranı tarafmdan Öldürülmüş ya da ciddi bir saldırıya uğramış herhangi bir star olmadığına göre, bağlılığına hayran kalacağımız bir hayran kitlesi de yok demektir.

Onca megahertz gürültüsü içinde bazen radyoların yasaklandığı dönemi düşünüyorum... Arabaların antenlerine bağlanan öfkeli siyah kurdelalan... Konuşan Türkiye istiyorduk ve Boş Konuşan Türkiye'ye kavuşmuş bulunuyoruz.

Herkesin her durumda kendini ifade ediş şeklinin aynı olması ne acıklı bir durumdur. Her maç öncesi ve sonrası bütün futbolcuların bütün sorulara verdiği cevapların tıpatıplığı sizi de delirtmiyor mu?
MUHABİR: Evet Ercan ne diyorsun maç için?
GERİDORTLÜDENERCAN: Vallahi zor maç... Puana ihtiyacımız var... Kaybetmeye tahammülümüz yok... İnşallah kazanırız.
Ya da önemli bir penaltıyı gole çevirmiş oyuncuya soruyorlar.
MUHABİR: Penaltı sırasında ne hissettin?
GOLCÜERCAN: Vallahi ne bileyim... Vurdum gol oldu...
"Vurdum gol oldu" olur mu Ercan? Bu kadar basit mi Ercanım? Hayatı bu kadar angutça yaşamak seni rahatsız etmiyor mu yiğidim? Olay şöyle oldu... Sen topu beyaz noktaya koyduğunda yaklaşık on milyon insan nefesini tuttu... Sen gerildin... Ve seninle top arasındaki mesafe birdenbire dünyanın en uzun yolu oldu... Koşmaya başladın... İlkokuldaki teneffüs zilleri geldi aklına... O zaman da böyle hevesle koşardın... Sonra sevdalını düşündün... Defileye yetişebilmiş miydi acaba? En sonunda taraftar geldi aklına, ya ka-çırırsan? Bu hafta rahat uyutmazlar artık! Ne sahtekarlığın kalır ne milyarlık eşekliğin... Atmalısın bunu Ercan... Koşmalısın Ercan, seni cıvıl cıvıl bir eğlenceye ulaştıracak teneffüs zilini çaldırmah ve ilkokulun bahçesinden tribünlere doğru koşmalısın!
Birbirleriyle konuşur, paylaşır gibi yapan ama konuştukça susan, sustukça yalnızlaşan, yalnızlaştıkça güvensızleşen insanların diyarında yayınımız yirmi-dört saat devam etmektedir... Pardon, bir telefonumuz var... Alo!.. Sizi tanıyabilir miyiz?
Peki bir insan bir dicey veya viceyi niçin arar?
Yılmaz ERDOĞAN (Hijyenik Aşklar)